30 Mart 1853’de doğmuş Van Gogh: Hollanda’nın kulağı kesik, sıra dışı ressamı ve ard izlenimci ressam. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer alır.
Kendisine ressamların Chopin’ini denir. Gökyüzünde yıldızlarla yaşayan hüzünlü adam. Kimse güneşi ve yıldızları onun gördüğü gibi görmemiştir.
Vincent Van Gogh’un yaşamında ilk defa bir şeyler yolunda gidiyordu. İlk resmini satmıştı ve bütün eleştirmenler tarafında geleceğin dâhisi ilan edilmişti. Günde bir resim bitiriyordu. İçlerinden biri Buğday Tarlası ve Kargalar devrim yaratan bir başyapıttı ama bu hem bir başlangıç hem de bir sondu.
Vincent, bunu yaptıktan birkaç hafta kendi sonra yaşamına son verdi bunu neden yapmış olabilir? Vincent yaşamı boyunca sanat dünyasında yaptığı büyük devrimini herkes tarafından görülüp anlaşılacağına inandı. Son büyük eseri olan Buğday Tarlası ve Kargalar onun hiçbir zaman anlaşılamayacağına kabullendiğini gösteren bir acılı çığlık mıydı yoksa bir zafer çığlı mı?
Bu alışagelmemiş duygusal, çarpıcı tarzı herkes için çok büyük bir yenilikti, çağdaş resim sanatının temelini atan gerçek bir devrimdi. Sanat tarihinin deliliğiyle ün yapan dahi ressamı kimdir? Büyük bir olasılıkla herkesten aynı yanıtı alacaksınız. Size Vincent Van Gogh diyecekler. Kendi kulağını kesecek kadar deli değil miydi?
Aslında o kulağını kesmedi, kulak memesinden küçük bir parçaydı. Bu da normal bir insanın yapabileceği bir şey değil. Bunu yapmak için deli olmak gerekirdi. Sonunda kendini vurarak intihar ettiğinde kimse buna şaşırmadı. Herkes ben onun deli olduğunu biliyordum dedi.
Birçok insanın ciddi bir ruhsal bozukluk olarak gördüğü şey kendi sanatı için sadece bir aydınlanmaydı. Sanatta yeni bir bakış açısıydı. Kendini bir peygamber gibi görüyordu. Aynı zamanda bir düşünürdü. Her gün sayfalar dolusu yazı yazardı. Sizce gerçek Van Gogh’u nerede aramamız gerek? O çok iyi bir gözlemciydi. Bunu anlamak için mektuplarını okumak yeterli. Daha çok kardeşi Theo’ya yazdığı yüzlerce mektup size onun zekası hakkında iyi bir fikir verebilir.
Van Gogh’un ikinci bir kişiliği de vardı, o yalnızca çağın en büyük ressamı olmakla kalmıyordu aynı zamanda bir kitap kurduydu. Bütün boş zamanlarını kitap okuyarak geçiriyordu ve onların yardımlarıyla geliştirdiği bilgelik resimlerine yansıyordu.
Vincent uzun süre sanatı ön plana çıkarmadı. Onun için her şeyden önemli olan kurtuluş arayışıydı. Bu onun kanında vardı. Babası tutucu bir din adamıydı. Hollanda’nın Güneyinde rahipti. Vincent amcası tarafından Londra’ya gönderildi.
Ancak gerçek Vincent kendini İngiltere’nin muhafazakar ortamında göstermeye başladı. Van Gogh ömrünü yoksullar için çalışarak geçirmeye karar verdi ve kentin evsiz insanların arasına karıştıktan sonra zengin sanatseverlerle galeri sahiplerinden nefret etmeye başladı. Vincent kendini çaresiz insanlara adadı.
Ancak bu uzun sürmedi kilisenin kurallarına uymadığı, başına buyruk davrandığı ve rahiplik mesleğine leke sürdüğü işinden uzaklaştırılınca dünyası başına yıkıldı ama o kolay kolay pes edecek biri değildi. İnsanlara sesini duyuracak başka bir yol buldu ve resim yapmaya başladı bu onun yeni ülküsü olacaktı. O güne kadar eline fırça bile almamıştı ama bu onun için sorun değildi. Çünkü o önündeki bütün engelleri aşacak kadar güçlü ve inançlı bir insandı.
Vincent Paris’te sanat eserlerini alıp satarak yaşamını sürdüren kardeşi Theo’ya resimler vermeye başladı ama bir sorun vardı. Theo resimlerin özensiz yapılmış, karanlık resimler olduğunu düşünüyordu. Yaşamını Theo’nun parasıyla sürdürüyordu. Yeni mesleği ona beklentilerini karşılayacak parayı kazandırmıyordu. Onun için tekrar ailesinin evine taşınmak zorunda kaldı ama artık onları gözbebeği değildi.
Ama sonra kendini kanıtladı. “Patates Yiyenler” onun ilk önemli yapıtlarından biriydi. Bu resim Van Gogh’un yaptığı her şeyin özetiydi. Onu sanat dünyasının tanrısı yapacak bir başyapıttı. Kendi deyimiyle tuvale temizlenmesi zor koyu lekeler atmış. Fırçasına boya yüklemiş ve bütün işi o fırçaya bırakmış. Ressam temayla birlikte bir bütünlük oluşturmuş.
Vincent ve sanatı sonunda renklendi ve tuvallerindeki iç karartıcı kahverengiler ve siyahların yerini krom sarısı ve kobalt mavisi aldı. Buna uyum sağlaması zor olmadı hatta tam tersine renk onda bağımlılık yaptı. Boyaları kullandıkça tuvali daha çok doyurmak istedi. Güneşli günlerde nehre gidip ışığı izledi ve işi kavradı. Vincent işini çok iyi yapıyordu ancak izlenimciler ona göre biraz fazla süslüydüler. Van Gogh her zaman diğerlerinden daha doğal ve gerçekçi olmak zorundaydı.
Paul Gauguin ve Van Gogh’un birçok ortak noktası vardı. Gauguin 40’ından sonra her şeyi bırakıp resim yapmaya başlayan başarılı bir borsacıydı. Vincent ise başarısızlığa uğramış bir vaiz. İkisi de ileride yaşlarda resme başladı ve bütün sanat dünyasını huzursuz etti. Van Gogh çağın büyük izlenimcilerini tehdit eden keskin bir kılıç gibiydi. Gauguin onların celladıydı.
Gauguin de resim simsarlarına aldığı tavır sertleştikçe Vincent’ın resimleri yaşam buldu. Ama Gauguin Britanya’ya gitmek için Paris’i terk edince peşinden gitmedi. Onun yerine sıcak bir yeri Arles’e gidip basit bir yaşam seçti. Ayçiçeği tarlaları 1888 yılının ilkbaharında Vincent’e yepyeni bir yol çizdi. Ve Vincent ayçiçeği gibi yüzünü güneşe dönmeye başladı.
Vincent geleceğe ümitle bakıyordu, çalışmalarının sanatsal birer patlama yaratacağını biliyordu. Vincent rengi keşfettikten sonra resimlerinde birbirinin tamamlayıcısı olan zıtlıkları kullanmaya başladı. Sarılarına, kırmızlar ve yeşiller ekledi.
Gece kafesi; yalnız ve ümitsiz insanların mekanı.
Vincent Bağbozumu tablosunu yeryüzünün tüm canlı renkleriyle olağanüstü bir renk patlamasına dönüştürdü. Vincent bir sara hastasıydı ve kardeşi Theo’dan gelen kötü haberler onu giderek ağırlaşan bir bunalıma soktu. Ne kadar iyi bir ressam olursa olsun hiç kimse onun resimlerini almıyordu. Bu olumsuzluklar zaten onun bozuk olan dengesini daha fazla bozdu.
Bütün yaşamını mahveden hastalığı onun başyapıtlarının hem katili hem de yaratıcı oldu. Vincent sıradan bir akıl hastası değildi, gerçek bir dâhiydi. Onu bizden koparan delilik krizlerinin arkasında dünyayı çok daha akılcı bir şekilde görmesi vardı. Van Gogh 1889’da son otoportresini yaptı. O bunu sıradan bir çalışma olarak tanımladı ama kesinlikle öyle değildi. Fondaki fırça darbelerinden ceketinin kıvrımlarına kadar her karesinde inanılmaz bir hareket bir isyan var.
Mavinin soğukluğunun içinde yalnızca yüzünde sıcak renkler kullanmış, geriye doğru taranmış isyankar saçları ve keskin bakışları acımasızca bütün varlığını tutsak eden korkunç hastalığını dışa vuruyor. Hem içsel hem de fiziksel acı çeken bir adamın resmi. Yine de hastalığa yenik düşmemiş. Güçlü fırça darbeleriyle öne çıkardığı yüzünde acılı ama sakin bir ifade var. Seçtiği renk dalgalı fonu biraz yumuşatıyor ve daha hoş gösteriyor. Van Gogh savaşçı ruhunu cesurca kullandığı kızıllarla tuvale dökmüş. Bu saldırgan ve tehlikeli bir adamın portresiydi.
Buğday Tarlası ve Kargalar onun en çarpıcı resmiydi. Bu Van Gogh’un zayıflığını gösteren bir resim değil. Böyle bir resmi yapan sanatçının zayıf olması mümkün olamaz. Her şey bakış açısıyla başlıyor. Vincent gökyüzünün derinliğini o kadar güzel vermiş ki resme baktığımız anda kendimizi onun karanlığından uzakta altın sarısı başakların arasında hissediyoruz. Ancak burada bir ayrıntı daha var. Tarlanın ortasında hiçbir yere çıkmayan bir yol görüyoruz. Bu o kadar karmaşık bir resim ki verdiği mesajı anlamakta güçlük çekiyor, yalnızca yorum yapmakla kalıyoruz.
Böylesine güzel resim yapan ve sanat dünyasında devrim yaratan bir ressamın kendi yaşamına bir son vereceği hiç kimsenin aklına gelmezdi ama Vincent Van Gogh herkesi şaşırttı. Ne yazık ki özel yaşamında fazla başarılı biri değildi.
Vincent ilkbahardan yaza geçerken çok büyük bir sarsıntı geçirdi. Her zamankinden daha güzel resim yapmaya başlamıştı ama en büyük güç kaynağı Theo artık ona eskisi gibi destek olmuyordu.
27 Temmuz 1890’da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürüyen Van Gogh, kendisini tabancayla göğsünden vurdu. Sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı farkeden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery’yi ve Van Gogh’un doktoru Gachet’yi çağırdı. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip Theo’ya hemen gelmesi için haber yolladılar. Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890 sabahı 1:30 sularında, kardeşi Theo’nun kollarında öldü, ve Auvers-sur-Oise’a gömüldü.
Vincet Van Gogh farklı bir boyutta yaşayan sıra dışı bir sanatçıydı. Başka şeylerle ifade edemeyeceği duyguları fırçasının ve renklerinin gücüyle tuvallerindeki altın renkli tarlalara, yüzlere ve çiçeklere aktarıyordu. Bir vaiz olarak bu onun göreviydi.
Onun amacı sadece sanat dünyasını etkilemek değildi, resimlerini gören herkesin gözünü ve kalbini bu yaşama açmak istiyordu. Ne yazık ki bunu hiçbir zaman göremedi ama istediğini elde etti. En kısa zamanda en çok işi başaran sanatçılardan biri olduğu kesindir.
“Suyu soğuk bulduğum için yıkanmaktan korkmamalıyım” Vincent Van Gogh